Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği

Hakkımızda

 

Hatırlanacağı üzere küresel ticaretteki büyümeden en fazla yararlanan ülke olan Çin’in önümüzdeki 10 yılda artık yeniden demirleme ve friends shoring’e (serbest ticaretin değil, güvenli ticaretin öne çıktığı anlayış) geçişle birlikte en fazla kaybeden ülke olacağı savunuluyor. Buna ilave ABD’nin yeni CHIPS Yasası ile Çin’i suçladığı verimsiz sanayi politikasını ithal ettiği tartışılıyor. Bu rada rekabetçi ABD endüstrileri için sakıncalı bir dönemin başladığı belirtiliyor. Avrupa kanadında ise Almanya’nın lokomotif ülke olarak yola devam edip, dış ticaretini çeşitlendirmesi gerektiği konuşuluyor. Bununla birlikte gelişmekte olan ekonomilerin bozu- lan küresel değerler zincirine rağmen orta gelir tuzağından nasıl kurtulabileceğini Ma- lezya ve Şili örnekleri, kafalarda soru işareti bırakmayacak bir şekilde açıklıyor.

 

ZAYIFLAYAN PARADİGMANIN YERİNİ KİMLER DOLDURACAK?

 

Peki küreselleşme paradigması gerçekten zayıflıyor ise onun yerini hangi yaklaşım ya da kavram almaya hazırlanıyor? Yeni ekonomik modelin ajandasında nasıl bir yol haritası var? Burada politika faizi üzerinde söz sahibi olan küresel belirleyiciler kendilerini hangi rolleri dağıtıyor? Üretimden uzak, kağıt üzerinden milyarlarca dolarlık haksız kazancın yapıldığı piyasa ekonomisi devri son bulacak mı? Bu soruları daha da uzatmak mümkün. Biz eksen kayması yaşamadan geçelim konumuza…

 

Açıkçası küreselleşmenin daha bastırılmış, aynı zamanda daha sürdürülebilir ve daha uzun ömürlü bir çeşidi ete kemiğe bürünüyor. Buna karşılık finans sektörü, tüketim ve küreselcilik yerine reel ekonomiyi, emeği ve yerelliği vurgulayan ‘üretkenlik’ etrafında yeni bir fikir birliğinin inşa edildiği kanaatinde. İşte tüm bu okumaları yapabilen gelişmekte olan ekonomiler ise kabuk değiştiren ekonomik modelden daha fazla pay alma şansına sahip olacak. Çünkü içinde bulunduğumuz dönem için şu benzetmeyi yapmakta yarar var, “Kartlar yeniden dağıtılıyor.”

 

 

ÜRETKENLİK ETRAFINDA BİRLEŞEN YENİ BİR PARADİGMA DOĞUYOR

 

Öncelikle mikro bir tespitte bulunarak, derlememizin çapını biraz genişletelim.

 

Artık küresel ekonomiden söz ederken, yeni bir yönelimin vücut bulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Finans, tüketim ve küreselleşme yerine üretim, çalışma ve yerelleşmeye dayanan bir ekonomik politika çerçevesine yönelik büyük bir yeniden yönelimin işaretleri her fırsatta karşımıza çıkıyor. İşte bu yaklaşım, siyasi yelpazedeki hayalleri yakalayan yeni bir politika modeline dönüşebilir olmaktan da çok uzak değil. Elbette burada Avrupa’nın son dönemde milliyetçilik eksenine kayarak, radikalleşme ve çatışma çabalarından uzak durması gerekiyor. Şimdi bu tespitimi küresel ekonomiye yön veren belirleyici devletlerden biri olan aynı zamanda küreselleşmeyi bir gelişme kaldıracı olarak dünya ekonomi literatürüne ekleyen ABD üzerinden açıklayalım.

 


Yeni bir ekonomik paradigmanın başarılı olabilmesi için sözde rakipler bile dünyayı onun merceğinden görmeye başlamalı. İşte küreselleşmede olduğu gibi tüm dünyaya yayılan bir değişim ve dönüşüm dalgası, yüksek refah için kurtuluş reçetesi özelliği ile herkesçe kabul gördüğünde gerçek anlamda kurulmuş ve başarıya aç yeni bir paradigmadan söz edebiliriz. ABD bu gerçeği bilerek, tıpkı geçmişteki küreselleşme çalışmalarında yaptığı gibi yeni modelinin destek sinyallerini alacak adımlar atmaya başladı. Hatırlanacağı üzere ‘Keynesyen Refah Devleti Zirvesi’nde muhafazakar politikacılardan soldakilerden olduğu kadar destek aldı. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Cumhuriyetçi Başkanlar Dwight Eisenhower ve Richard Nixon, paradigmanın temel ilkelerini (düzenlenmiş piyasalar, yeniden dağıtım, sosyal sigorta ve döngüsel olmayan makroekonomik politikalar) tamamen satın aldı ve sosyal refah programlarını genişletmek, işyeri ve çevre düzenlemelerini güçlendirmek için çalıştı. O dönemde izlenen politika neoliberalizm ile benzerdi. Bunun itici gücü, piyasa meraklıları olan Milton Friedman, Ronald Reagan ve Margaret Thatcher gibi ekonomistlerden ve politikacılardan geldi. Ancak paradigmanın nihai egemenliği, piyasa yanlısı gündeminin çoğunu içselleştirmiş olan Bill Clinton ve Tony Blair gibi merkez sol liderlere hiç de azımsanmayacak şekilde bağlıydı. Bu liderler deregülasyon, finansallaşma ve hiper-küreselleşme için bastırırken, eşitsizlik ve ekonomik güvensizlikte ortaya çıkan artışı iyileştirmeye sözde bir bağlılık göstermişti.

 

Yazının bütünü için lütfen tıklayınız.





Adınız Soyadınız
E-Posta Adresiniz
Kullanıcının E-Posta Adresi
Gönderenin Notu
Mesajınız Gönderilmiştir
İlginiz için teşekkür ederiz
ARAMA